Duyguları Yaşama Hakkı

Duygularımız, Darwin’in de belirttiği gibi hayat koşullarına uyum sağlamamızı, hayatta kalmamızı ve birlikte yaşama becerileri geliştirmemizi sağlar. Yani aslında oldukça işlevsellerdir. Fakat birçoğumuz duyguları çeşitli sebeplerden dolayı kategorilere ayırmışızdır. İyi- kötü, kabul edilebilir- kabul edilemez, pozitif- negatif, yararlı- zararlı gibi. Genelde de içinde bulunduğumuz aile ve toplum tarafından bu kategoriler bize öğretilir. Örneğin “topluluk içinde rahat bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağlayabilir misiniz?” sorusuna büyük bir çoğunluğumuz “Hayır asla ağlayamam, güçsüz görünmek istemem, çok utanırım” gibi cevaplar verecektir. Burada yaptığımız şey mutsuzluk, hüzün duygusunu çeşitli kaygılar nedeniyle bastırmaktır. Bastırılan duygu da bir yerden sonra patlamaya mahkumdur. Bu çok basit bir örnek olabilir. Fakat hepimiz kendi hayatlarımıza dönüp baktığımızda bunun gibi bir çok duygu örneği bulabiliriz.

Mutluluğu, neşeyi, sevgiyi gönül rahatlığıyla kabul edip doya doya yaşayabilirken mutsuzluğu, endişeyi, kalp kırıklığını, öfkeyi reddedip söküp atmak, hiç hissetmemek isteriz. Oysa bu söküp atmak istediğimiz duygular da diğer “kabul edilebilir” duygular gibi, aslında olması gereken, doğamızın bir parçasıdır. Sistemimizde oldukça önemli işlevleri vardır.
Mutluluğu kabul edip doyasıya yaşadığımızda nasıl hayata daha sıkı sarılıp yaşam konusunda motive oluyorsak mutsuzluğu da kabul edip yaşamak için kendimize izin verdiğimizde hayatta biraz dinlenmek, kendi içimize dönüp yeni farkındalıklar kazanmak (hayat ve kendimize dair) için fırsat sunmuş oluyoruz. Kaygıyı doyasıya hissedebilme özgürlüğünü tanıdığımızda o içimizdeki bu durumda ne yapması gerektiğini bilemeyen, başa çıkamayacağını düşünen parçamızın (içimizdeki çocuk) neden böyle hissettiğini anlamlandırmasına, neye ihtiyacının olduğunu ifade etmesine olanak tanımış oluruz. Belki de kimsenin bu zamana kadar bize yapmadığı şeyi kendimize yaparız: Kulak veririz, dinleriz. Ve böylece bir tık daha benliğimize yaklaşmış oluruz.Her şeyin ötesinde bazı duyguları yaşamaktan alıkoymak, insan olma lüksümüzü elimizden alır. Sürekli “iyi” duyguları hissetmeye programlanmış robotik yapılar gibi olmaya zorlanınca ve ne yazık ki böyle bir şeyin mümkün olmadığıyla yüzleşince bu sefer de “başarısızlıkla” beraber devasa bir mutsuzluk geliyor. İşin özü duygulardan kaçış yok. Bir yerden yakalıyorlar bizi. Çünkü bu duygular doğamız ve bize biz olduğumuzu, doğamızı hatırlatıyorlar. İyi ki de yapıyorlar bunu…

Unutmamak gerekir ki duygular bizi kendimize, birbirimize ve hayata bağlar.Şimdi sana birkaç diyeceğim var: “Kaygı, mutsuzluk, öfke… Belki de çocukken bunlar anne-baban tarafından kabul edilmezdi. Ağlama, korkma, kaygılanma denildi. Belki de tüm bu duyguları hissettiğin için cezalandırıldın. Anlaşılmadın… Hiç nedenini anlamaya çalışmadılar… Ama sen böyle değilsin. Her duygu senin için. Ve hissetmek hakkın! Sana hizmet etmek ve iyiliğin için var. Sen seni tüm bu duygularınla kabul et. Onlar senin. Bu sensin. Sadece yaşa ve bırak gitsin…” “Bir duygu acıya neden olmaz. Asıl acı ve ızdıraba yol açan şey, bir duyguya direnilmesi veya bir duygunun bastırılmasıdır.” – Frederick DODSON

Simay Okşan Oral
Uzman Psikolog

Posted in Blog

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*
*